Anasayfa
Binbir Bulut Masalları
Bir Şiir Sana, Bir Şiir Bana
Deneme Bir Kii
Beyaz Mikrofon
Tavşanlı Makas
Kahkaha Ağacı
BB Kitaplığı
Binbir Bulut Masalları

Dördüncü Dayı

Yazan: Sümeyra Solmaz

Resimleyen: Sümeyra Solmaz

Sera, şaşırdığı zaman iri iri açılan aydınlık gözleri, minicik burnu, kısa siyah saçları olan güzel bir çocuktu. Sera'nın yaşadığı kasabanın tam ortasından mavi bir ırmak akardı. Bu ırmağın kıyısında salkım söğütler sabah akşam saçlarını seyreder, beyaz ördekler birbirini kovalardı. Bu ırmağın, üstünde yürüyünce gacır gucur eden tahta bir köprüsü bile vardı. Sera'nın okulu ırmağın karşı kıyısında olduğu için her sabah köprüden geçer, ördeklerin sabah temizliklerini seyrederdi. Zaten bembeyaz olan ördeklerin bu titizliğine bir anlam veremezdi. Onun için okula gitmenin belki de en güzel tarafı tahta köprüden geçerken ördekleri seyretmekti.

Yine bir okul sabahı kahvaltısını acele acele yaptı. Lokmalarını kocaman ısırdı. Ne kadar erken giderse o kadar çok vakit geçirebilirdi köprüde. Sütünden de büyük yudumlar içip pırrr diye uçtu kapıdan. Yolda ördekleri seyrettiğini bilen annesi arkasından "okula geç kalma" diye bağırdı. Sera evden fırladığı gibi köprüye koşmuş, anne ördeğin peşine takılan yavru ördeklerin beceriksizce suya dalışlarını izlerken dünyayı bile unutmuştu. En arkadaki yavrunun kafasını suyun içine her daldırışında dengesini kaybetmesi çok komikti. Birden zil sesiyle kendine geldi. Yine geç kalmıştı. Hızla koşmaya başladı. Okula vardığında soluk soluğaydı. Annesinin "taş gibi ağır" dediği çantasıyla onca yolu koşmak hiç kolay değildi.

O gün okulda gün boyu aklı yavru ördekte kalmıştı. Acaba dalmayı öğrenebilecek miydi, ya boğulursa; annesi onu kurtarabilir miydi? Annesinin açılınca yelpaze gibi kanatları vardı ve ondan uzaklaşmazsa bir şey olmazdı. Sera'nın ördek düşünde her şey yolundaydı. Ama Öğretmeni defterine dalgın dalgın ördek çizen Sera'yı fark edip tahtaya kaldırana kadar... Öğretmeni Sera'nın ördek gibi bakan gözlerini fark edince sert bir sesle "Dersi dinliyor musun Sera?" dedi.

- E evet öğretmenim.

- Hmm... Peki söyle bakalım 8 kere 9 kaç yapar?

Sera sorunun cevabını biliyordu ve hemen söyleyecekti. Keşke öğretmeni biraz daha bekleseydi, "otur yerine bir daha da dersi dikkatle dinle" diye azarlamasaydı. Kulaklarına kadar kızardı. Gülüşen arkadaşlarına hiç bakmadan sırasına oturdu. Parmaklarını sıraya koydu, tam sekizinciyi kapattı tekrar baktı. Yedi ve iki... Tabi ki cevap yetmiş ikiydi. Tam parmak kaldırıp söyleyecekti ki zil çaldı. Üzgün üzgün eşyalarını topladı. Çalan zil, son ders ziliydi. Eve doğru yola koyulduğunda öyle dalgındı ki, ördekleri bile unutmuştu.

Köprüye geldiğinde ördeklerin her zamanki yerinde değil daha uzakta yüzdüğünü gördü. Bu hiç hoşuna gitmedi ama onları çağırmak çok kolaydı. Her gün onlar için ayırdığı simitten ufak ufak parçalar attı. Ördekler dönüp bakmayınca öfkeyle köprünün tahta korkuluklarını tekmeledi. Tekmelemesiyle birlikte köprü gacır gucur sallanmaya başladı. Bir yandan da tak tuk diye sesler geliyordu. Sera biraz korktu; ama sallanmak hoşuna gitmişti. Hem ne kadar da güçlüydü. Bir daha vurdu, köprü gıcırdamadı bile. Daha hızlı vurdu. Ayağının ucu çok acımış, köprü yine sallanmamıştı. Bu işten hiçbir şey anlamamıştı. Zaten bugün, diğer günlere benzemeyen garip bir gündü. Sekiz kere dokuzu bile unutmuş, ördekleri her zamanki yerinde bulamamıştı. Simitlerine yüz vermeyen ördeklerine uzaktan el sallarken köprü hâlâ sallanıyor, tak tuk sesler çıkarıyordu. Koşarak köprünün diğer ucuna geldiğinde bu garipliğin nedenini şıp diye anladı. Köprünün diğer ucuna, köpek kulübesinden büyük, kendi evlerinden küçük bir kulübe inşa ediliyordu. Sera kendisi okuldayken çabucak inşa edilen bu kulübemsi evi çok tuhaf bulmuştu. Pencereleri neden evin ortasında değil de çatısındaydı? Peki ya kapısı neden bu kadar yüksekti? İnşaat devam ediyor olmalıydı, çünkü içerden tak tuk sesler geliyordu. Merakı öyle artmıştı ki dayanamadı. Kulübenin kapısına çok yaklaşmadan "kimse yok muuu?" diye seslendi. Birden tak tuklar kesildi, tahtalar gıcırdadı ve içerden "buyur yeğenim birini mi aramıştın?" diye toz toprak içinde bir inşaat işçisi değil deeee... Kocaman bir ayı çıkmasın mı?

Korkudan dizleri yavru kuşlar gibi titreyen Sera upuzun bir çığlık attı. Bütün kuşlar hatta uzaktaki ördekler bile kaçıştı. Ama boz ayı bu çığlıktan hiç etkilenmemişe benziyordu. Hiç istifini bozmadan, üstündeki tozları çırptı, "ne var, ne bağırıyorsun?!" diye çıkıştı Sera'ya. Sera, ayının hem korkunç hem de ukala olmasına kızmıştı.

- Neden mi bağırıyorum? Sen kocaman ve korkunç bir ayısın.

Ayı şaşmış gibi görünerek:

- Ayı mı? dedi. Ben ayı değilim ki. Hiç ayıya benzeyen bir tarafım var mı?

- Aaa... Şu kocaman ayaklarını, uzun tüylerini ve şişko karnını görmüyorsun galiba, dedi Sera.

- Valla onu bunu bilmem, ayı olabilirim ama artık ben bu köprünün dayısıyım ve buradan bana dayı demeden geçemezsin.

- Sana dayı diyeceğime ırmağı yüzerek geçerim daha iyi. Ördeklerimi korkuttuğun yetmezmiş gibi üstüne dayı dememi bekliyorsun. Senin gibilere ancak kabadayı derler.

- Sen bilirsin yeğenim, dedi kendini dayı sanan ayı ve elindeki tabelayı kulübenin tam tepesine astı. Üstünde:

"Dayının Yeri. Köprüyü geçene kadar, ayıya dayı demek şarttır. Irmağı yüzerek geçenler ve ördekler ücrete tabi değildir. İyi geçişler yeğenim." yazıyordu.

Durum Sera'nın sandığından da ciddiydi. Bu ayı kafayı dayılıkla bozmuştu. Sera önce köprünün korkuluklarına bile yetişemeyen boyunu düşündü. Sonra da ayının hiç kesmediği uzun tırnaklarını, konuşurken ağzından görünen sivri dişlerini, kocaman gövdesini inceledi. Bu sırada ayı da küçücük boyuna, minicik ellerine bakmadan kendine kafa tutan bu sevimli insan yavrusunu izliyordu. Uzun bir sessizlikten sonra kendini baştan aşağıya süzen Sera'ya:

- Ne düşünüyorsun?, dedi. Benden dayı olur mu sence?

- Bilmem, dedi Sera. Bana biraz zaman ver. Dayılık konusunu biraz düşüneyim. Yeni tanıştığım bir ayıya dayı demek kolay mı sanıyorsun?

Ayı belli etmeden çok sevindi bu işe. Biraz düşünecek, sonra dayı diyecekti tabi ki. Dayı olmak bu kadar kolaydı demek.

- Peki, yarın sabaha kadar süre veriyorum sana. Sakın benden uzatma isteme.

Bunları derken, inandırıcı olsun diye biraz sert olmak istemiş; ama parlayan azı dişleri ve yüksek sesiyle Sera'yı çok ürkütmüştü. Sera kısık bir sesle:

- Bugün garip bir gün. Biraz daha geç kalırsam daha da garip olacak. En iyisi evime gideyim, dedi. Ve arkasına bakmadan koşmaya başladı. Köprüden epey uzaklaştıktan sonra aklına uzaktan "ayııı" diye bağırmak geldi. Yarın da aynı köprüden geçmek zorunda kalacağını ve ördekleri düşünüp vazgeçti.

O gece Sera için çok zor geçti. Köprüdeki ayının ördekleri kovaladığı korkulu düşler gördü. Sabah uyandığında çok endişeliydi. Hangi ormandan kaçtığı belirsiz, bu kaba saba ayı kahvaltıda zavallı ördeklerini yemiş olabilir miydi? Acaba ayılar ördek yer miydi? Düşündü, bulamadı. Sabah kahvaltısında da annesine "ayılar ördek yer mi?" diye sordu. Fakat annesi cevap vermek yerine, kahkahayla güldü.

Ördeklerini öyle merak ediyordu ki, telaştan ayakkabısının bağcıklarını bile bağlamadan soluğu köprüde aldı. Hiçbir şey düşündüğü gibi görünmüyordu. Ayıdayı, kulübenin bahçesinde kahvaltı yapıyordu ve ördekler yerli yerindeydi. Buna çok sevinmişti ama hâlâ güvenemiyordu ayıya. Ayıdayı, onu gördüğüne çok sevinmiş olacak ki:

- Ooo... Günaydın yeğenim, gel birlikte kahvaltı yapalım, harika bir omlet yaptım, dedi. Sera biraz korkarak; ama bilmiş bilmiş:

- Demek ki ayılar ördek yemiyor. Ya da bu sadece kahvaltı için geçerli, dedi. Ayıdayı çok bozulmuştu bu söze.

- Sen de bizi iyice canavar yaptın yeğenim. Hem dedim ya, ben ayı değil dayıyım. Suç senin ördeklerinde. Biraz gürültü yaptık diye kaçılır mı? Gelsinler onların da dayısı olayım.

Sera biraz düşününce, bu fikir hoşuna gitti. Madem bu ayı ördek yemiyordu, ördeklerine pekala gözkulak olabilirdi.

- Peki sen yüzme biliyor musun?, diye sordu. Ayıdayı gururla anlatmaya başladı:

- Ne diyorsun? Orman günlerimde sadece balık yerdim. "Yüzmeyi bilmeyen ayı aç kalır" diye bir ayısözü bile vardır. İşte ben de ayıların en iyi yüzeniydim hatta bir keresinde...

- Tamam o zaman, dedi Sera. Ördeklerime ben yokken sen bakarsın. Hatta şu en küçük olanı, dalmayı bir türlü beceremiyor. Ona yüzme öğretirsen sevinirim. Bir de unutmadan söyleyeyim: Benim ördeklerim çok özeldir. Mesela simiti çok severler. Sakın bayat ekmek filan atayım deme. Çünkü ben onları taze simitle besliyorum.

Ayı kendisine verilen bu görevden çok memnun olmuş, dayılığı unutmuş gibiydi:

- Tabi yeğenim, senin için bunu seve seve yaparım.

Sera koskoca ayının dayı olmak için düştüğü bu duruma gülebilirdi; ama azı dişlerindeki ışıltıyı hâlâ unutmamıştı.

Ördeklerini ayıya emanet ettiğine göre artık okuluna gidebilirdi, ayıdayı ücreti almadan bırakmam diye tutturmasaydı. Sera'nın bu köprüden geçmesi için ona dayı demesi lazımdı. İkisi de birbirinden inatçıydı. Sera inatla tepiniyordu. "Benim tam üç tane dayım var. Neden sana dayı diyecekmişim?" diyordu. Ayı ne yaptıysa Sera'ya dördüncü dayısı olmayı kabul ettiremedi. Yaşlı başlı avcılar önünde diz çöküyordu da, bacak kadar çocuk dayılığını kabul etmiyordu. Tasını tarağını toplayıp şehre inerken bu hiç aklına gelir miydi? Şehre göç ederken en büyük ideali dayı olmaktı. "Bu güç kuvvet bende olduktan sonra, benden iyi dayı mı olur?" demiş; ama ormandaki hesap Sera'ya uymamıştı.

Onlar böyle dayı-yeğen tartışırken, Sera'nın okul zili çaldı. Sera ne yapıp edip bu zoraki dayıyı atlatmalı, okuluna gitmeliydi. Zil sesiyle birlikte Sera'nın aklına parlak bir fikir gelmiş olmalı ki, birden o cadı ve söz dinlemez halini bırakıp uslu bir yeğen oluverdi. İri ve aydınlık gözleriyle ayısına, pardon dayısına:

- Dayıcığım zil çaldı. Okula yetişmem için bir attan daha hızlı koşmam gerek. Çantam öyle ağır ki... Benim yerime sen taşıyabilir misin?, dedi. Bunu öyle masum, öyle tatlı söylemişti ki, ayı hiç beklemediği bu tatlılık karşısında afallamıştı. Sera'nın itirazsız "dayıcığım" demesi muhteşemdi. Bu çocuk, "def çalayım oyna" dese oynarım diye düşündü. Yine bozuntuya vermedi:

- Aaa... Ben koskoca bir dayıyım. Bana çanta taşımak yakışır mı?, dedi. Sera'nın cevabı hazırdı:

- Ama benim küçük dayım bize her geldiğinde çantamı taşır.

İşte bu söz çok dokundu dördüncü dayıya.

- Ne var yani, biz de taşırız, deyip Sera'nın çantasını sırtladığı gibi okula kadar onunla birlikte koştu. Kocaman ayı, sırtında pembe çantayla öyle komik görünüyordu ki Sera gülmemek için kendini zor tuttu.

O gün ördekleri için hiç endişelenmedi. Dördüncü dayısı onlara bakıyordu nasıl olsa. Gerçi dördüncü dayının çanta taşımak hiç hoşuna gitmemişti ama dayı olmak çok hoşuna gitmişti.

O gün okul çıkışı Sera köprüye geldiğinde, ördekler hâlâ uzakta yüzüyordu. Dördüncü dayısı boz ayı da ortalarda yoktu. Kulübenin kapısını çaldı. Dördüncü dayı, kapıyı açtığında üstü başı bembeyaz una bulanmıştı. Sera çok güldü onun bu haline ve:

- Aaa dayıcığım beyaz takımın sana çok yakışmış, dedi. Dördüncü dayı çok yorgun görünüyordu:

- Dalga geçmeyi bırak da simitleri pişirmem için bana yardım et, dedi. Sera çok şaşırdı. Meğer Sera "ördeklerime taze simit yedir, benim ördeklerim özeldir" dediği için simit pişirmeye karar vermişti. Sera dayısının bu fedakarlığı karşısında çok duygulanmıştı. Hangi dayısı ördekleri için simit pişirirdi ki? Hiçbiri. Onun hakkında düşündüklerinden utandı. Sıcak bir simit gibi gülümsedi dayısına. Dördüncü dayısı tekrar bu sımsıcak tebessüm ve masum gözler için göbek bile atabilirim, diye düşündü. Yine de belli etmedi. Sera'nın sağı solu belli olmaz. "Hadi bana göbek at" bile diyebilirdi ve bu hiç işine gelmezdi. Yanlış anlaşılmasın sakın. Sera'ya güçlü görünmek değildi derdi. Güçlü olmak kalbindeki sevgiyle yepyeni bir anlam kazanmıştı. Bunu ormanın krallığına dahi değişmezdi artık.

Dayı-yeğen birlikte taze simitleri pişirdiler. İkisi de bembeyaz un olmuş, çok yorulmuşlardı. Ama simitler harika görünüyor, mis gibi de kokuyordu. Simitleri ördekler için ufak ufak parçalara böldüler ve birlikte "vidi vidi" diye seslenerek ördekleri çağırdılar. Bu "pisi pisi" gibi bir şeydi. Ördekleri çağırmak için Sera uydurmuştu. Taze simitlerin kokusunu alan ördekler, atılan bütün simitleri afiyetle yediler ve artık uzaklarda değil de köprünün hemen yanı başında yüzmeye başladılar. İkisi de buna çok sevinmişti. Ördeklerin karnını doyurduktan sonra, dördüncü dayı ve yeğen birlikte çay demleyip taze simitlerden yediler. O gün Sera köprüden ayrılıp evinin yolunu tutarken ikisi de çok yorgun ama mutluydu.

Gel zaman git zaman, günler geceleri, ördekler ördekleri kovaladı. Yavru ördek dalmayı öğrendi. Sera artık matematik derslerinde ördeklerini düşünmediğinden midir nedir, 4. sınıfa başarıyla geçti. Çantasını her gün dayısı taşıdığından mıdır bilinmez, dört susam boyu uzadı. Ayı dayısı onu, karne hediyesi olarak lunaparka bile götürdü. Hatta dondurma ve kağıt helva aldı ona. Sera o yaz tatil için küçük dayısının köyüne doğru yola çıkarken içi rahattı. Çünkü dördüncü dayısı ördeklerini çok iyi besliyor, ördekler de artık dayısından korkmuyordu. İnsanın ayı bir dayısının olması harika bir şey diye düşündü. Sera yaz tatilinde dördüncü dayısını çok özleyecekti.

<- Geri Git

Bu Bölümde Başka Neler Var?
Sen de Katıl Bize
Henüz yorum yapılmamış.
Üye Girişi
Kullanıcı Adın:
Şifren:
[ Ücretsiz Üye Olayım | Şifrem Neydi? ]
İyilikler Antlaşması
Merakettin Amca, biz neden yaşıyoruz?
Serin Selamlar
Meraklı Ce, Sultan Fatih'le Tanışıyor
Kocaman Ayaklı Çocuk: Menta
BeyazBulut Çocuk Ülkesi | © 2005-2024