Yaşlı bir ağacın tepesinde yemyeşil bir elma vardı. Küçücüktü, sonra büyüdü. Yalnızdı, zamanla bir sürü arkadaşı oldu. Bizim küçük elma, kuş cıvıltılarıyla tanıştı önce. Sonra rüzgârı, sonra yaprakları, bulutları, güneşi... Hepsini tanıdı.
Büyüdükçe bir de baktı ki etrafındaki sesler giderek artıyor. Fakat bunlar sadece yaprak hışırtısı, yağmur tıpırtısı değil. Rüzgârın uğultusu hiç değil. Ne peki?
- Şu erikler var ya şu erikler, renkleri hep sahteymiş. Bunlar hep çürüklermiş ama kendilerini yeşile boyuyorlarmış.
- Armutları duydun mu, salatalıklara tuzak kurmuşlar. Yarın akşam hepsinin tepesine düşüp patlatacaklarmış.
Amanın! Bunlar hep yaramaz kirazların lafları. Erik kayısıya şunu demiş, kayısı kiraza bunu demiş, kiraz da bunu yememiş içmemiş gidip eriğe söylemiş! Armut şöyle sallanmış, elma böyle kızarmış. Kirazın çöpü inceymiş, vişnenin tadı ekşiymiş.
Yeşil elma, çok yufka yürekliydi. Böyle üzücü şeylere hiç gelemezdi. Düşündü taşındı. Ne yapıp etmeli ve bu sözleri duymamanın bir yolunu bulmalıydı. Çünkü duyduğu her söze çok üzülüyor ve bu üzüntüsü günlerce geçmiyordu. Sapına sordu, çekirdeklerine danıştı. En sonunda bir akşamüstü bir karar aldı. Karar da ne karar ama!
Ertesi gün onu görenler, kulağında bir çift kulaklığa rastladılar. Herhalde müzik dinliyor, diye düşündüler. Ama hayır. Bir elma, bu kadar uzun süreli müzik dinleyemezdi. Ama bizim yeşil elma sürekli takıyordu bu kulaklığı.
Artık ne kirazların tuhaf haberlerini duyuyordu ne erikle kayısının kavgalarını...
Günler böylece akıp gitti. Yeni elmalar yetişti, büyüyenler ya döküldü ya toplandı. Zamanı gelince bizimki de kendini bir elma sepetinin içinde buldu. Belki bir çocuk alıp yiyecekti onu ya da kurutulup dolaba konacaktı. Aaa! Belki de bir elma şekeri olurdu...
Ne olduğunu kimse bilmedi ama o aşağı düşünce, kulaklığı ağaçta asılı kaldı.
Bunu fark eden arkadaşlarından biri:
- Heyy, dedi. Bizimkinin kulaklığı burada kalmış. Gelin de ne çalıyor bir bakalım.
Bunu söyler söylemez kulağına taktı onu. Sonra bir şey anlamamış gibi dudağını büktü. Çünkü kulaklıkta bir ses durmadan:
- Hepsi geçecek... Hepsi geçecek... Hepsi geçecek... diyordu. |