Mor hırkanın cebinde ne var biliyor musunuz? Horoz şekeri, çikolata ya da bozuk para mı? Hayır, tabii ki. Kalem traş, silgi ya da guguklu saat de değil. Söyleyeceğim ama önceden anlaşalım, "Hiç öyle şey olur mu?" demeyin. İnsan mecbur kalınca cebinde pek çok şey için yer açabilir. Tıpkı sevdiklerini sakladığı yüreği gibi genişler cepleri.
Berfin'e babaannesi doğum gününde kocaman cepleri olan mor bir hırka hediye etti. Bu mor hırka da nereden çıktı derseniz durun hemen anlatıyorum. Babaannenin bir akşam canı sıkılmıştı. Mevsim kıştı ve kar yağıyordu. Babaanne bahar temizliği yapmaya karar verdi. Bilirsiniz, babaanneler pek acelecidir. "Aman" dedi "birkaç aya kadar zaten bahar gelecek."
İşe çatı katındaki eski bir sandıktan başlamak da oldukça ilginç bir fikirdi. Aramızda kalsın ama bence babaanne can sıkıntısından ne yapacağını şaşırmıştı. Temizlik bahane...
Babaanne çatı katındaki tozlu sandığı açarken hapşurdu. "Temizlik için gecikmişim bile" dedi. Sandığın kapağını usulca açtı. Birkaç tesbih, birkaç başörtüsü, derken birkaç fotoğraf. Ah o da nesi! Babaanne sandıkta güzel mi güzel yumuşacık mor bir ip gördü. İşte bahar temizliği yapmayı da o an unuttu.
Babaanne apar topar indi aşağı. Yakınlarda Berfin'in doğum günü vardı. Ona kocaman cepleri olan bir hırka örmek doğrusu harika olurdu. Can sıkıntısından eser kalmamıştı. Ama şimdiden söyleyeyim mor hırkayı örmek hiç kolay olmadı. Açıkçası babaanne eline ip ve şiş almayalı epey bir zaman olmuştu. İlk denemesinde babaanne şöyle dedi:
- Bunu ancak bir sincap giyebilir.
Berfin tam tamına dokuz yaşında. Bir sincap kadar da değildi elbette. İkinci denemesinde babaanne hırkaya baktı ve:
- Bu hırkayı ancak bir fil giyebilir, dedi.
Ne yazık ki babaannenin çevresinde mor hırka giymek isteyecek hiç fil yoktu. Bilirsiniz filler turuncu hırkaya bayılır. Üstelik hırka öyle büyük, öyle büyüktü ki, Berfin onun içinde kaybolabilirdi. Sonra polise itfaiyeye haber versek nafile.
Üçüncü denemesinde babaanne Berfin'e göre muhteşem bir hırka ördü. Üstelik de kocaman iki tane cebi vardı. Hani ben deyim dünyayı alır, siz deyin Samanyolu'nu...
Berfin hırkayı, en çok da ceplerini pek sevdi. Babaannenin pamuk yanaklarından öptü. Babaannenin içi ağustos ayının neşeli ikindileri gibi şenleniverdi.
O günden sonra mor hırka Berfin'in sırtından düşmez oldu. Tabii sadece çok beğendiği için değil. Babaanne hırkanın ceplerini boşu boşuna mı kocaman ördü sanıyorsunuz. Eğer öyle düşünüyorsanız babaanneleri hiç tanımadığınızı söylemek zorundayım. Çünkü onlar hiçbir işi boşu boşuna yapmazlar. Babaanne mor hırkanın ceplerine gece gündüz Berfin için ettiği dualarını sakladı.
O çiçekli neşeli günden tam bir ay sonra babaanne hastalandı. Doktor amcalar bir sepet dolusu tuhaf ilaçla onu eve gönderdiler. Fakat babaanne bir türlü iyileşemedi. Berfin mor hırkasına sarılıp günlerce üzüldü. Sonra bir gün aklına elma şekeri kadar güzel bir fikir geldi.
Berfin doğruca çatı katına çıktı. Elbette ki bahar temizliği yapmak için değil. Eski sandıkta yeşil mi yeşil, yumuşacık bir ip buldu. İşte tam da ihtiyacı olan buydu. Bir düz bir ters, of nede zormuş örgü örmek. Berfin yedi kez söktü, yedi kez tekrar başladı ve sonunda babaanne için kocaman bir şal ördü. Her sıraya bir dua işledi. Sonunda nihayet şal bittiğinde onu babaannenin sırtına örttü.
O gece babaanne uykusunda hep gülümsedi. |