"Ye" dediler ihtiyara, bir lokma aldı, dahasını yemedi. Çenesinin ucuna doğru seyrelen kır sakallarını sıvazlayıp derin gözlerini Şehzade'nin gözlerine zincirleyerek "Sen beni doyuramazsın evladım!" dedi. Çevredekiler "Ooo, aman o nasıl söz öyle!" deyip iki adım beri durdular sofradan. Adam, yamalı cübbesinin dizlerini ovuştururken: "Benim yediklerime servetin yetmez." dedi. Nereden bu cesaret? Cehaletten mi yoksa marifetten mi?
- Çok mu yersin Bey Amca? İster, bir sofra daha kurdurayım. Çok çok bir kuzu yersin.
- Boşver evladım. Gideyim ben artık. Sen başka fakir bul doyuracak, ben öyle ucuza doymam.
Şehzade'nin beti benzi attı bu söze lakin adamı çözemediğinden cevaplarını bir bir yuttu. Yeminini bozduğu gün hocasından ihtar gecikmemişti. Acaba Musa Efendi bu adamı nereden tanırdı? Yıkılmaya meyletmiş metruk bir viranede, aynı tarif edildiği yerde, bulup getirdiler fukarayı. "O fakiri bulun, üç gün doyurun, belki affolunursunuz Cenabı Mevla tarafından." demişti hocası. Adama sofradan kalkmayı yasak etti, kendi de koşa koşa hocasının yanına çıktı:
- Hocam bu fakir yemiyor, ben başka bir fakiri doyursam.
- Olmasına olur ama neden yemiyor sormadınız mı?
- Beni doyuramazsın, ucuza doymam falan diyor.
- Şehzadem yerinizde olsam bu adamı doyurmadan buradan yollamazdım. Sonra duyanlar ne derler size. Koca şehzade şu fukarayı doyuramamış demezler mi?
- Haklısın Lala. Kırk deve de yese yine vermek lazım bu adama. Yoksa ahalinin dilinde yer ediniriz. Çok haklısın.
(Devamı BeyazBulut dergisinin 4. sayısında... Abone olmak için tıklayın.) |