Kara kara düşünmeye başladım. Niçin dağın en güzel yerine taş ocağı kurmak isterler anlamış değildim. Taş ocağından evler zarar görmeyecek mi? Çocuklar zarar görmeyecek mi? Bunca ağaçlar, kuşlar, börtü böcekler zarar görmeyecek mi? Bu dağın güzelliği yok olmayacak mı? Elbette olacak ama kimsenin umurunda değil. İnsanoğlu kafasına ne koymuşsa yapar. Dağları deler, gökleri deler, yerleri deler. Ama bunu yaparken birçok şeye zarar verdiğini düşünmez. Niye düşünsün ki? İnsanlar kendilerinden daha güçsüz ve masum insanları bomba ve silahlarla acımasızca öldürüp yok etmiyor mu sanki? Aman Allah'ım şimdi bu korkunç patlayıcılarla mı parçalanacağım. Ben ne yapabilirim ki? Kime ne anlatabilirim? Yapacak hiçbir şeyim yok beklemekten başka.
Akşam oldu. Şehrin ışıkları yandı. Deniz fenerinin ışığı sabaha kadar göz kırpıp durdu. Gemilerin ışığı denizi ışıl ışıl yaptı. Ay gümüş bir sini, yıldızlar etrafında pervaneydi. Görülmeye değer bir güzellik vardı fakat bu güzelliğin benim için bir anlamı yoktu.
Sabahın ilk ışıklarıyla beraber iş makinelerinin sesleri de yeniden duyulmaya başladı. Bu sabah ne Pırpır, ne de Cikcik var. Nerede ve ne yapıyorlar acaba? Şimdiden özlemeye başladım onları. Biraz sonra ıhlaya tıslaya, dokuz on yaşlarında iki çocuk yanıma doğru geldiler. Yoruldukları her hallerinden beliydi. İkisi de bir taşın üstüne sırt sırta verip oturdular. Soluklanıp bir müddet dinlendiler. Sonra konuşmaya başladılar:
- Buradan ne güzel görünüyormuş mahallemiz Sabri, görüyor musun manzarayı?
- Evet, gerçekten çok güzel görünüyor.
- Aşağıdan çok yakın görünüyordu ama hiç de yakın değilmiş. Yorgunluğa değdi değil mi?
- Değmez mi, keşke daha önce keşfetseydik burayı.
- Şu makinelerin gürültüsü de olmasa biraz kestirirdik, ne dersin?
- Kestirirdik valla. Sahi Uğur bu makineler niye çalışıyor, ne yapacaklarmış bilgin var mı?
- Taş ocağı kuracaklarmış, hem de tam buraya.
- Kim söyledi sana?
- Babam söyledi, muhtardan duymuş.
- Taş ocağı olunca ne olacakmış?
- Bu yamacı dinamitlerle patlatıp büyük kaya parçalarıyla denize mendirek yapacaklarmış.
- Mendirek ne?
- Limanda bekleyen balıkçı teknelerini ve gemileri dalgalardan korumak için büyük kayalardan yapılan set, yani dalgakıran. Küçük taş parçalarını da inşaat işlerinde kullanacaklarmış.
- Ama burası çok güzel bir yer, hem de aşağıda evlerimiz zarar görmeyecek mi?
- Görmez olur mu? Görürmüş elbet. Babam "ben bu işin peşini bırakmam" demiş muhtara.
- Muhtar ne demiş?
- "Gerekli yerlere müracaat ettim ama nafile" demiş. Adamlar belediyeden ruhsatlarını almışlar.
- Ya...
Çocukların bu konuşmasına dayanamadım ve lafa girdim.
"Merhaba çocuklar hoş geldiniz" dedim. Çocuklar benim kendileriyle konuştuğumu görünce çok şaşırdılar, biraz da korktular. "Korkmayın" diyerek devam ettim:
- Başıma nelerin geleceğini biliyordum ama sizi de dinleyince artık bu işin sonuna geldiğimi anladım.
Uğur:
- Bizimle konuşabiliyorsun ne güzel, tanışalım istersen. Benim adım Uğur bu da arkadaşım Sabri.
- Bana da Yamaç Baba der kuşlar.
- Yamaç Baba mı? Kuşlar mı? Hangi kuşlar?
- Bakın çocuklar; ben çocuklarla, bir de kuşlarla konuşabiliyorum. İş makineleri buraya gelmeden önce benim iki kuş dostum vardı. Pırpır ile Cikcik. Onları dün gönderdim buradan. Siz de burada fazla oyalanmayın, bir daha da gelmeyin. Bugün yarın iş makineleri buraya gelip taş ocağı için dinamit yerleştirip beni patlatacaklar. Size bir zarar gelsin istemem.
Uğur:
- Bizimle konuşabilen bir dağ yamacı bulmuşuz, seni hiç bırakır mıyız Yamaç Baba?
- Ben de sizinle daha önce tanışmak ve konuşmak isterdim ama kısmet bugünmüş ve bu kadar kısaymış ne yapalım.
Sabri:
- Yamaç Baba bu kadar çabuk pes etme, biz de bu işin peşini bırakmayız evelallah.
- Sağ olun çocuklar ben iyice yaşlandım. Yüz yıllardan beri yaşıyorum. Ben de sonumun böyle insanlar eliyle ve parçalanarak olmasını istemem ama ne yapalım kader böyleymiş.
Sabri:
- Tamam, biz şimdi gidiyoruz, yarın yine geliriz. Ne yapabiliriz onu düşünelim, bir plan yapalım.
Uğur:
- Haydi, şimdilik hoşçakal Yamaç Baba.
- Güle güle çocuklar.
Çocuklar iş makinelerinin biraz uzağından aşağıya doğru indiler, sonra koşarak evlerinin yolunu tuttular. "Hay Allah" dedim içimden, bu çocuklar da bana Pırpır ile Cikcik'i hatırlattı. Özledim sevgili kuşlarımı.
Akşam oldu. İş makineleri sustu. Evlerin ışıkları yanmaya başladı. Ben yeniden derin sessizliğime gömüldüm.
(Devam edecek...) |