| Resimleyen: Sümeyra Solmaz |
Süper Öğretmen'in Maceraları - 1
Yazılı sabahları bir başka doğar güneş. Hele de matematik yazılısı varsa. Zaten sabaha kadar yakalanan kopya kâbuslarıyla geçmiş bir gecenin sabahı nasıl olabilir ki! Güneş dedim ya, sanki dalga geçiyor gibidir. Bir yanağıma bir gözüme vuran ışıklarıyla beni sinir ederek uyandırmak için her şeyi yapar. Saatimde ona eşlik eder hiç acımadan:
- Tak tik tak tik, en kazık ders matematik.
Tam bu sırada kapı çalınır içeri giren annemdir.
- Aaa hâlâ uyuyorsun. Senin bugün matematik yazılın var, değil mi?
İşte yine böyle bir matematik yazılısı sabahı... Annemin önüme koyduğu yumurtanın açık sarı rengini hiç sevmedim. Her gün iştahla yediğim sevgili incir reçeli bugün ne kadar tatsız. Servisteki herkes sıkıcı. Okulsa bugün gözüme bir hapishane gibi göründü. Başgardiyan da Hademe Hayri.
"Aman Allah'ım neden her şey bu kadar kötü" derken işte o ses... Bana yazılı sabahları sonsuz mutluluğun kapılarını açan canım arkadaşım, hayır hayır sevgili dostum, büyük kopya üstadı Mercan, gözlerinde esrarengiz pırıltılar, dudağında yarım bir gülümseme "günaydın" diyerek bana doğru geliyor.
"Günaydın" diyorum, mutluluktan uçarak. Çünkü Mercan, yazılı sabahları böyle gülüyorsa yine dahiyane bir buluşu vardır. Benim perişan halimden anlamış olacak:
- Ne o omuzların çökmüş, yine matematik yazılısı sendromu değil mi?
- Ne diyorsun, sabaha kadar kâbus gördüm, berbat bir sabahtı. Üstelik sen hasta numarası yapıp gelmeyeceğim deyince bütün planlarımız suya düşmüştü hatırlasana. Neredeyse sınava bile çalışacaktım.
- Yapma yaa, sınava mı çalışacaktın? Hata bende, sizi kendimden bağımsız yetiştirmeliydim. Bundan sonraki dersimiz: Tek başına nasıl kopya çekilir? Bana unutturma.
- Olmaz Mercan, kopya bir ekip işidir. Bunu sen öğretmiştin bize.
Büyük kopya üstadı Mercan'ı ikna etmek bütün Türkçe dersimi almıştı. Sonunda üstad bizi bırakmamaya karar verdi bir süre daha. En azından yedinci sınıfa geçene kadar.
Matematik sınavı 4. dersti. Bu da sınıfı örgütlemek ve kopyaları hazırlamak için yeterli bir zamandı. Bu defa Mercan'ın kafasında büyük bir organizasyon vardı. Ona daha iyi düşünmesi için bir kaç çikolata, en iyisinden gazoz ve bir sürü ciklet almış, sınıfın köşesinde yalnız bırakmıştık. Önünde projesini şekillendirdiği matematik defteri, gazozunu yudumlarken bir yandan bizim geleceğimiz için önemli planlar kuran üstadın düşünmesi için gerekli ortamı sağlamıştık.
İlk teneffüs proje tamamdı. Mercan fen bilgisi dersinde bütün sınıfa görevlerinin yazılı olduğu pusulaları iletti. Sınıfı bölümlere ayıran deha arkadaşım en korkakları yazıcı yapmıştı. Her grup bir üniteden sorumluydu. Kopyalar itinayla yazıldı. Onları yerleştirmek için en uygun yerler, karşılıklı alışverişi sağlamak için en uygun zincirler oluşturuldu. Grup liderleri seçildi. Her şey tamamdı. Bu matematik yazılısı harika olacaktı.
Ne demiş atalarımız: "Sayılı ders çabuk geçer". 4. ders de çabucak gelmişti. Sınıf sınava hazırdı. Sınava hazırlanan hazırlanmayan herkes bu sınavda kopya çekmeye karar vermişti. Tabi bunda üstad Mercan'ın "Kopya çekmek süt içmekten daha fazla boy uzatır" konulu konferansı etkili olmuştu. Bu konferansın üstüne kopya çekmeyi reddedenlerin korkak damgası yiyeceği anlaşılınca bütün sınıf ilk defa ortak bir karara varmıştık.
Sessizce öğretmenimizi beklerken çok mutluyduk. Alacağımız beşleri düşündükçe heyecandan yerimizde duramıyor sık sık birbirimizi kucaklıyorduk. Nihayet sınıfın kapısı açıldı ve elinde yazılı kağıtlarıyla öğretmenimiz içeri girdi. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Ama yüzünde daha önce hiç görmediğim yarım bir gülümseme, gözlerindeyse tıpkı Mercan'ınkini andıran esrarengiz pırıltılar vardı. Öğretmenimiz bugün tuhaf bir şekilde Mercan'a benziyordu. Fakat öğretmenimiz, "çocuklar bugün beni üzmeyin, biraz hastayım galiba" demiş, yazılı kağıtlarını bile Ayşe'ye dağıttırmıştı. Öğretmenim ve Mercan... Ne alakası olabilirdi.
Yazılı kağıtları dağıtıldı. Hasta öğretmenimizin masasından kalkmaya hiç mecali yoktu. İçimdeki melek bana sürekli yaptığımızın yanlış olduğunu fısıldıyordu. Yani öğretmenimizin bu hasta hali içimi iyiden iyiye rahatsız etmişti. "Aslında bu sınava çalışabilirdim" dedim yanımda oturan Nejla'ya. "Artık çok geç" dedi Nejla, üçüncü sorunun cevabını yazdığı silgiyi önüme koyarken.
Öğretmenimiz hasta olduğu için organizasyon tıkır tıkır işlemeye başladı. Sorular ne kolay, matematik ne güzel bir dersti. Sanırım 7. sorudaydım ya daa 6. sorunun sonunda, bir anda beklenmedik bir şey oldu. Önce deprem oluyor sandım. Tuhaf bir rüzgar kağıtlarımızı havalandırmış, sınıfı bir duman kaplamıştı. Bu bulutla birlikte sınıfı dolaşan rüzgar; ceplerimizi, düğmelerimizi, sıralarımızın altını, silgilerimizin içini, kalemlerimizin iç kısmını, kızların etek uçlarını çantalarımızın kulplarını sıraların üstünü, pencere pervazlarını geziyor bütün kopyalarımızı itinayla havalandırıyor, bir merkeze doğru mıknatıs gibi çekiyordu.
Sınıfı kaplayan bulut biraz sakinleşince öğretmenler masasının üstünde hayal meyal bir siluet gördüm. Ben diyeyim Süpermen, siz deyin Örümcek Adam, ninem desin Keloğlan; sırtında pelerini, gözleri çakmak çakmak, elinde bize doğru tuttuğu silindir şeklindeki tuhaf cisimle kim ne derse desin bu öğretmenimizden başkası değildi. Hasta öğretmenimiz gitmiş, yerine bambaşka biri gelmişti. Sıralarımızdan, ceketimizin en tenha kıvrımlarından sıra köşelerinden, kalem içlerinden güzelim kopyalarımızı kendine doğru bir fil kolaylığıyla yutan bu tuhaf silindirin sahibi de oydu.
Dumanlı bulut en son kopyalarımızı yazdığımız silgileri de yutunca bütün sınıf acı gerçeği anlamıştık: Öğretmenimiz kopya çekiyordu. Üzerinde nanik yapan bir öğretmen resmi bulunan tuhaf makineyi kullanan da oydu. Öğretmenimiz son kopyaları da çekmiş, benim pelerin olarak gördüğüm ceketinin kollarını çözmüş, masanın üstüne oturmuş, katıla katıla gülüyordu. Hatta gözlerinden yaş bile gelmişti.
Bizse geçmişte hiçbir öğrenci milletinin başına gelmemiş olan bu tuhaf felaketin şokunu hala atlatamamış ve şaşkınlıktan hafif aralık kalan ağzılarımızı yeni kapatabilmiştik. Öğretmenimiz bizim bu acıklı halimizi görünce gülmeyi kesti ve gözlerimizi ayıramadığımız tuhaf makineyi göstererek:
- Çocuklar bu gördüğünüz kopya çekme makinesi. Bugün emeklerinizi boşa çıkardığım için üzgünüm, sizi şaşırtıp şok ettiğim için de... Alacağınız beşleri düşünürken ne kadar mutlu olduğunuzu tahmin edebiliyorum. Şimdiyse hem bana yakalandığınız, hem de sıfır alacağınız için oldukça üzgünsünüz.
Sınıftan çıt çıkmıyordu. Öğretmenimiz adeta içimizi okuyordu. Acaba bunun için de mi bir makinesi vardı? Bunu düşünmek bile beni korkutmuştu. Hemen öğretmenimi dinlemeye devam ettim.
Deminki Süpermen, Örümcek Adam, Keloğlan karışımı öğretmenimiz gitmiş, yerine babacan, gözleri hafif hüzünlü ve oldukça düşünceli ama en çok da sevgi dolu her zamanki öğretmenimiz gelmişti.
- Sizin önemsemediğiniz ve kopya çektiğiniz her sınavda benimde emeklerim boşa gidiyor. Canımı dişime takarak anlattığım, sizin de dinlermiş gibi yaptığınız dersleri aslında hiç dinlemediğinizi anladığımda ben de en az sizin kadar şok oluyorum. Alacağınız beşleri düşünürken sıfırlarınızı ya da kopyalarla elde ettiğiniz beşleri verirken ben de üzülüyorum.
Sonra sustu. Çok utanmıştık. Yazılıdan sıfır almak umurumuzda bile değildi. Öğretmenimizi üzmüş olmak bizim için bin sıfıra bedeldi.
Öğretmenimiz tekrar bir kahkaha attı:
- Bu arada sizi kopya çekme konusunda çok ilkel bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim.
Zil çalmış, bir matematik sınavı da böylece bitmişti. |