Elektrik direğine yuva yapmış bir kuş gördüm pencereden. Esen her rüzgârda aklım gider oldu başımdan. Ya dağıldıysa yuvası, ya yere düştüyse yumurtası. Ofladım pufladım, sonra hatırladım. Nasıl olsa sen varsın. Onları korur gözetir, vakti gelince buradan sıcak ülkelere uçurursun...
Yoksul bir çocuk geçti gözlerimin önünden. Eskimiş çantası, yırtılmış ayakkabısı. Ya kırıksa kalbi, ya üşürse ayakları. Üzüldüm ilkin. Sonra hatırladım. Nasıl olsa sen varsın. Bu küçük kulunu yalnız bırakmaz, dilediğin vakit nimetine kavuşturursun.
Bir savaş fotoğrafı gördüm okuduğum gazetede. Yüzleri yanık, bağırları yanıktı çocukların. Ya yıkılmıştır evi, ya şahadete koşmuştur babası, dedim içimden. Gözlerim yaşardı. Yanağıma doğru bir hüzün ırmağı akarken hatırladım. Nasıl olsa sen varsın. Coğrafyalar dolusu "büyük"ler yerinde otururken, sen bu solgun yürekleri unutmazsın. Nurunu tamamlayacağın vakit, seçkin kulların eliyle bu çocukları yeniden güldürür, aramızdan erkenden aldıklarını cennette ağırlarsın.
Yalnız bir çiçek gördüm yol üstündeki parkta. Düşündüm sen varsın.
Kanadı kırık kelebeğe de söyledim: Nasıl olsa sen varsın.
Felakete uğramış insanlara, evine ekmek götüremeyen babalara, yağmursuz bulutlara, yoksul kalan şehirlere, yolunda gitmeyen ne varsa. Hepsine...
Yuvasız kuş, yoksul çocuk, savaş fotoğrafları, çiçekler, anneler, kelebekler... Hayat böyle geçip giderken...
Bazen de bir keder bulutu geçer tam başımın üstünden. Kalbim kırık, yüzüm donuk, ellerim titrek olur bazen. Ne sözlere sığar yalnızlığım, ne kelimelere. İşte tam o anda hatırlarım bir kez daha: Rabbim, nasıl olsa sen varsın! |