En çok ihmal edilen onlar olmasına rağmen, yüreğimizin taşlıklarından hâlâ merhamet suyunun sızabilmesine vesile de onlar. Fakat şu keyif düşkünlüğünün sıcaklığı, kurutuyor tüm nehirleri. İki damla göz yaşı bile olamadan kuruyor merhamet damarımız. Ne mümkün, yeşil bir ovaya dönüştürsün sinemizi...
Üstleri başları bizim çocuklarımızın giydiklerinden eski. Toz ve toprakla süslenmiş. Muhakkak lekeli de üstelik. Birkaç yama, bazen ona bile imkan yok. Yırtıklar, sökükler ayrı birer imza, geçen günlerden kalan. Çoğu ya abiden ya abladan hatta bazen şehit düşen babadan kalma kıyafetler. Emanet olduğu çok belli. Kıyafetler insanlara zaten emanet değil mi? Peki ya insanın/insanlığın da insana emaneti?
Bayram sabahı için ayrı, beden eğitimi dersi, okulların açılacağı gün için ayrı ayakkabıları da yok. Belki ayaklarını da bir bomba alıp götürdü. Hala yerindeyse toza bulanmış çoğunlukla. Ayak derileri kalınlaşmış, insan bedeninin kendi kendine bulduğu bir çözüm, koruma olarak. Nedense savaşlar hep tozu toprağı çok ülkelerde oluyor ve ayakkabı sayısını hızla düşürüyor, alıp gittikçe çocuk ayaklarını.
Okumak için seçecekleri özel kolejleri, sınıfları bakımlı okulları yok muhtemelen. Varsa da bizimkilere benzemez. Okula gidebiliyorlarsa eğer, penceren boyunlarını uzatıp etrafı kolaçan eden anneleri uygun gördüğünde, ne defterleri, ne kalemleri ne de çantaları bizimkilere benzer. Bizimki dediklerimizle karşılaştırabileceğimiz neleri varsa, her şeyleri, hiçbir şeyleri bizimkilere benzemez.
Ekmekleri, suları bizim soframızdakilerden çok ayrı. Çatlamış ellerinde kuru ekmekler, en büyük nimet. Sular hep uzakta ve çoğunlukla kirletilmiş. Güzel bir cilt için, bağırsak problemlerinden kurtulmak için... günde litre litre içmenin hesabına da gerek duymuyorlar bu nedenle.
Kış gelince soğuktan, yaz gelince amansız sıcaktan kaçacak bir köşe arıyorlar. Bir sonraki mevsim hakkında hayaller kurduklarını da sanmıyorum. Onlar çocuk. Ne geçmiş, ne gelecek. Onlar bugün. Bugün kaçabilirsen yaşayabilirsin, koparırsan doyarsın, ağlarsan kendi başına ağlarsın.
Ne kadar da kötü şartlar altında gibi görünüyorlar değil mi, savaşın çocukları? Burada biraz cesaret gösterip ah-vahlanmalarınızı kendinize saklayınız. Çünkü onlara sorulmayacak midesinin üçte birinden fazlasını neden doldurduğu? Yemeğin üzerine hangi tatlıyı yiyeceğini seçerken geçirdiği vakit de ona sorulmayacak. Bize sorulacak, sana sorulacak. O bombalardan, kurşunlardan kaçmak için koşuyorken, biz spor salonlarında fazla yağlarımız için koşuyoruz çünkü. Aradaki fark bizden çıkarılacak. Onların öf bile demeyeceği ebeveynleri yokken, biz evden kaçtıklarımızı, çileden çıkarmalarınızı, fazla harcamalarımızı, tembelliklerimizi, aşırılıklarımızı, taşkınlarımızı taşıyor olacağız koca bir meydanda. Yükümüz alnımızı terletecek, daha önce olmadığı kadar. Onların burada olduğu gibi sırtı yine boş olacak muhtemelen orada da. Yanımızdan akıp gidecekler. Bakıp da giderler mi bilinmez. Biz bu dünyada onlara ne kadar baktık ki? Yok yok, TV ekranlarındakiler sanmam ki bakıştan sayılsın. |