| Resimleyen: Dilek Gülcemal |
- Üşüdüm üşüdüm.
- Daldan elma düşürdüm.
- Nee elma mı?
- Evet elma.
- O elmaysa bu ne?
- Yapraaak...
- Peki bu yaprakların kafamda işi ne?
- E dökülmüüüş...
- Bana baksana, sen yoksa sonbaharın geldiğini mi ima etmeye çalışıyorsun?
- Yok canım ne müsanebet sonbahar gelmedi, gidiyor.
- Ona müsanebet değil münasebet derler. Sonbahar gidiyor mu dedin?
- Evet, bak karşı yamaçtaki hasır kulübenin orda erik ağacıyla konuşuyor, elinde de bavulu...
- Neden söylemiyorsun peki? Ben de neden üşüdüm, diyorum. Elmalar boşuna düşmüyor tabi. Yoruldu ağaççığım yaz boyu taşımaktan şişko meyveleri. Vay vaaay yaprakların renklerine baaak! Her yer renkli. Sanki bahar gelmiş.
- Baksana senin kafana saksı mı düştü? Zaten bahar. Ha son, ha ilk ne farkeder?
- Yok yok kafama yaprak düştü. Ahh... Bir tane daha düştü. Hem de kırmızı.
- Bi'kere o kırmızı değil turuncu.
- Ne turuncusu? Hiç mi portakal görmedin? Bu basbaya kırmızı.
- Hayır canım, hiç mi elma görmedin? Onlara bak, bir de buna bak. Hiç benziyor mu kırmızıya hıı?
- Bu başka çeşit bir kırmızı olamaz mı? Kırmızı çeşit çeşittir: Kan kırmızısı, nar kırmızısı, gül kırmızısı, kundura kırmızısı, cırtlak kırmızı, hortlak kırmızı...
- Hah haaa hiç gülesim yoktu. Bu ne çeşit kırmızı peki? Sakın uyduruk kırmızı olmasın.
- Bu daa güz kırmızısı...
- Olmaz öyle şey!
- Gidip soralım.
- Kime?
- Sonbahara. Sonbahar mıı? Eyvahhh! El sallıyor erik ağacına, sarmaşıklarla da vedalaştı.
- Dur sonbahaaaaaaaaaarrr gitmeeeeeeeeeeeeeeeee!..
- Huh huh huh huh...
- Ne oldu çocuklar, ne bu telaş? Benim rüzgarımdan hızlı koşuyorsunuz maşallah.
- Bu yaprak kırmızı mı, turuncu mu onu soracaktık sana.
- Eylül, Ekim, Kasım. Yolum çok uzun. Görevi kışa, rüzgarı kara emanet etmem lazım. Hem nerdeydiniz? Sarılar yaprak oldu, kırmızılar hırka. Turuncu rüzgar uğramadı mı sizin çatıya?
- Ben yazdan kalma elma yiyip tekerleme söylüyordum. İçimden "Allah Allaaah, acaba neden üşüdüm ki diyordum?" O da beni seyrediyor, sonbaharın keyfini çıkarıyormuş meğer. Sonra kafama yaprak düştü. "Kırmızı" dedim. "Turuncu" dedi. "Kırmızı" dedim. "Olmaz" dedi. Şimdi sen boyadın, sen söyle. Ne renk bu yaprak?
- Kiiiim, ben mi boyadım?
- Ya kim boyadı?
- Ben ancak en büyük ressamın hizmetkarı olabilirim. Hem kim onun boyasından daha güzel boyayabilir ki? Bu olan bitende kuru bir yaprak kadar rolüm varsa, o da büyük ressamın cömertliğindendir.
- Büyük ressam mı, o kim yahu?
- Bilmem her şeyi bana sormayın a canım. Vaktim az. Büyük ressamı siz bulun. Yaprağı ben söylerim.
- Tamam anlaştık. Öyleyse yaprağın rengini söyleyiver gitmeden.
- Şöyle düşüneyim... Hmmm hummm hemmm hömmm... Bak seeeeen ne de güzel bir yaprakmış... Hmmm mmmm kokusu da güzelmiş... Kırmızı desem değil, turuncu desem değil. Mor hiç değil. Bu yaprak olsa olsaaa turmızıdır.
- Aaa biz bunu neden daha önce düşünemedik?
- Hadi bana müsaade. Sık örgülü hırka giyin, çoraplara alışın. Narları sayarak elmaları, soyarak yiyin. Göçmen kuşlara el sallarken iyi poz verin.
- Peki sonbahar, teşekkür ederiz. Yolun açık olsun. Sana hoş güle, hoş güleee...
- Baksana gidip yaprak yakalamaca oynayalım mı?
- Oynayalım. Hadi elma ağacına önce kim varacak. Bir iki üç koşşşşş...
- Ah bu çocuklar, giderken turmızı yaprağı unutttular. Gel bakalım turmızı yaprak. Biz de kışa doğru yol alalım. Ne demişler yolcu yolunda gerek... |