Çocukluğunuz nerede geçti? Çocukluğunuza dair neleri hatırlarsınız en çok?
Çocukluğum Siirt'te geçti. Güneydoğunun bu şirin ili o zaman çok daha tenha, çok daha küçüktü. Bugünkü gibi 250 bin nüfuslu bir şehir değildi henüz. 20, bilemediniz 30 bin nüfusa sahipti. Daracık sokakları, cas denilen beyaz evleriyle Siirtli değerli şair Hilmi Yavuz'un deyimiyle "Siirt beyaz bir kent"ti. Kerpiçten evimizin önündeki ince uzun sokakta arkadaşlarımla oynadığım oyunları unutamıyorum. Birdirbir, saklambaç, futbol ve diğer bilinen oyunlardı bunlar. Sonra ramazan ayının gelişiyle başlayan şölenler, meydanda yakılan ateşler, yalımların ve korlaşan ateşin üzerinden atlamalar, oruç neşesi, sahur telaşı, iftar heyecanı ile bütünüyle ramazan en çok özlediğim, sevdiğim ve bitmesini istemediğim günlerden ibaretti. Hafızamda ramazan bir çocukluk neşesiydi. Orucumu tam tutamıyordum tabii. Çünkü çocuktum. Ama babam eskiciydi, ayakkabı dikerdi ve bana da "Hiç üzülme, sen bir gün sabahtan öğlene, ertesi gün de öğleden akşama kadar oruç tut, ben bu ikisini birbirine bağlarım" der, beni teselli ederdi. Ben de bu teşviklerle yarım günlük oruçlar tutardım. Büyükler gibi aç kalmak hoşuma giderdi.
Çocukluğumda en çok neyi mi hatırlıyorum? Bu soruya çocukluğuma dair en çok neyi unutamıyorum desem daha doğru olur. Semadaki pırıl pırıl yıldızları hiç unutamıyorum meselâ. Yazları damlarda yatardık. Çok sıcak olurdu çünkü odaların içleri. Yaz aylarını bütün aile bireyleri bir şölen gibi yaşardık. Ağabeyim ve kardeşimle yıldızları bölüşürdük kendi aramızda. Büyük yıldızlar Aydın ağabeyimin, küçük yıldızlar Memduh kardeşimin olurdu. Ortancalar da bana kalırdı tabii ki. Dengeli ve eşit bir bölüşüm. Sonra kayan yıldızları ilk gören sahiplenirdi hemen. Hayal gücümüz yüksekti. Yeryüzünün üstünü kaplayan gökyüzü ayrı bir dünya idi bizim için. Bazen yanıp sönen ışıklı cisimler görürdük. Onlar da yakından hiç göremediğimiz ve yaşadığımız yere hiç gelmeyen "tayyare"lerdi. Büyük kuşlar gibi başımızın üstünde uçup gidiyorlardı. Bu damlı evler, bu gökyüzündeki gezintiler beni çok heyecanlandırırdı. Unutulmaz, inanılmaz yolculuklar yaşardım. Bazen o yıldızlara uçup gittiğimi ve orada yaşamaya başladığımı düşlerdim. Bu hayal bile beni mutluluktan uçururdu. Sonra gökyüzünü seyrede ede göz kapaklarım ağırlaşır ve uyuyakalırdım. Damdaki bu serin yaz geceleri beni çok etkilemiş olacak ki, birkaç yıl önce kaleme aldığım, çocukluğuma dair henüz yayımlanmamış romanımın adını "Yıldızlarla Uyumak" diye koydum. O sevimli geceler bu romanda ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Bir gün kısmet olur da yayımlanırsa hep birlikte okuruz.
Hayatınıza yön veren, kendisinden etkilendiğiniz bir büyüğünüz oldu mu? Mesela dedeniz ya da büyükanneniz sizin için ne ifade ediyordu? Onlarla iletişimiz nasıldı? Onların bugün sizin yazmanızda etkisi ne?
Benim üretkenliğimde, çok çalışmamda örnek aldığım kişi diyebilirim ki babamdı. Babam çok çalışırdı. Ayakkabıcıydı. Küçük şehirde en zor tamir işlerini ona getirirlerdi. Şehirde diğer ayakkabıcıların altından kalkamadığı sökükleri o diker, zor pençeleri o yapıştırır, tabanları o çivilerdi. Yemenicilikten gelmeydi. Çok eskiden yemeni yaparmış, diğer esnaf gibi. Sonra ayakkabılar yaygınlaşınca yemeniler terkedilmişti. Hatta çalıştığı dükkânın bulunduğu çarşının adı da Yemeniciler Çarşısı'ydı. Belki de kendime örnek aldığım ilk kişidir babam. Gün boyu çarşıda çalışıp yorulduğu yetmiyormuş gibi eve gelir gelmez de yemeğini yer, namazını kılar, sonra yine çalışmaya başlardı. Daha sağlam olsun diye ipini mumlar, dükkânda tamamlayamadığı işleri evde yapardı. Sonra annem de çok gayretli bir insandı. Herkese yardımcı olmak ister, fakir fukarayı gözetirdi. Muhtaç olanları tespit eder, onlara maddî katkıda bulunmak isterdi. En azından imkânları iyi olanlara durumu bildirirdi. Bugün ikisi de rahmetli oldular. Her ikisi de Şeyhmusa Mezarlığı'nda yan yana, küçücük bir tepenin ucunda yatıyorlar. Örnek aldığım üçüncü kişi ilkokul öğretmenim Tevfik Hoca'ydı. O dünya tatlısı bir insandı. Hâlen hayattadır, ara sıra telefonla arıyor, hatırını soruyorum. Memlekete gittiğimde de mutlaka ziyaret eder elini öper, hayır duasını alırım. Son olarak geçen yaz ziyaret ettim, yine hoşsohbetti, yine bizlere hoş hâtıralar, anekdotlar, ibretli hikâyeler anlattı. Kendisine sağlıklı ve hayırlı bir ömür diliyorum. Memlekete her gidişimde mutlaka ziyaret eder, elini öperim. Benim edebiyatçı olmamda en büyük katkı Tevfik öğretmenimindir. Çünkü bize şiirler okur, fıkralar anlatır, güzel metinler bulur okuturdu. Edebiyat zevkini ondan aldık. Menkıbeler anlatır, destanlardan bahseder, unutulmayan hikâyeleri sınıfta ya anlatır ya da okuturdu. Öğretmenimizi çok severdik, en çok ben severdim. Çünkü o da beni ve bir arkadaşımı çok severdi. En çalışkanıydık sınıfın. Dönüp geçmişe baktığımda bende edebiyat kıvılcımını ilk tutuşturan insanın Tevfik öğretmen olduğunu hatırlıyorum. Varolsun.
Oyunlarınız oldu mu? Bu oyuncaklar içerisinde sizin hiç unutamadığınız, bir hikâyesi olan oyuncağınız var mı? Bu hikâyeyi bizimle paylaşır mısınız?
Bizim o dönemde oyunlarımız yukarıda isimlerini andığım oyunlardı. Ama biz bunun dışında keşiflerde bulunmayı severdik. Bilinmeyenleri merak ederdik. Esrarengiz olayları araştırırdık. Meselâ mahallemizde bir harabe vardı. Bu eski, yıkık, köhne bir yerdi. Üst üste taşlar yığılıydı. Gider karıştırır, taşları kaldırır, para, madeni eşya veya kıymetli şeyler bulmaya çalışırdık. En küçük bir demir parçası bile bizi heyecanlandırırdı. Ara sıra taşların arasından küçük solucanlar çıkardı. Biz onları yılan sanır, korkardık. Böyle heyecanlı günler, haftalar, aylar yaşadık o ıssız harabede. Büyüklerimiz uyarırdı bizi, "Oralarda fazla dolaşmayın, yılanlar çıkar, sizi sokar" diye. Ama biz tınmazdık. Korkusuz cengaverlerdik.
Dünün çocukları yani sizin akranlarınız ile bugünün çocuklarını, yaşayış şekillerindeki farklılıklar, sevinçleri, üzülmeleri?.. Yani bu konuda bir kıyas yapmak mümkün mü? Ne dersiniz?
Biz doğrusu o zamanlar çok mutluyduk sanırım. Yani bundan 40 yıl öncesini anlatıyorum. 1965'li yılları... Boş bir kibrit kutusu bile bulunca sevinir, onu oyuncak yapar, tarifsiz sevinçlere kapılırdık. Rengarenk misketlerimizle rüyalara dalardık. Arkadaşlarımızla oynar, bir bilye kazanmayı ömrümüzün en büyük bahtiyarlığı bellerdik. Küçük bir dünyamız, ufak ama sınırsız mutluluklarımız vardı. Minnacık bir kazanç bizi bahtiyar ederdi. Şimdi öyle mi ya? Bakıyorum, çocuğun artık son model bilgisayarı yoksa mutsuz. MP3çalar alınmamışsa kendisine, derin üzüntülere kapılıyor. Kameralar, lüks fotoğraf makinaları alınmamışsa çocuğumuz kendisini her şeyden yoksun sanıyor.
O döneme ait sevinçleriniz, üzüntüleriniz nelerdir? Sizi çok mutlu eden ya da çok üzüldüğünüz anılarınız var mı?
Çocukluğun bütün demleri güzeldi. Bağa gitmeler, siyah üzüm yemeler, fıstık ağaçlarına tırmanış ve bahçelerde gezinişler unutulacak cinsten tablolar değil. Tabii ki hayat sadece mutluluklardan ibaret değil. O zaman da yüreğimizi kavuran, bizi hüzünlere sevk eden ve günlerce gamlı dolaşmamıza yol açan üzüntüler yaşardık. Neydi bunlar, belki de bugün bazılarına saçma gelebilecek duyarlılıklardı. Meselâ hiç unutamıyorum, bir arkadaşımla bir gün plân kurmuştuk. Avcı olacak, kuşları vuracak, sonra da onları getirip ateşte kızartıp yiyecektik. Bedavadan nefis kebaplar... Ben arkadaşım Remzi'nin dolduruşuna gelmiştim. Ona kandım ve sapanlarımızı aldık. Büyük bir heyecan içinde mahallemizin yukarı kısımlarında olan boş bir alana gittik. Sessizce sipere yattık. Kuşlar hiçbir şeyden habersiz, masum bir şekilde alana iniyor, sonra da telaşlı hareketlerle yerdeki yemleri gagalıyordu. Biz ise gürültü yapmayaya çalışıyorduk. Sapanlarımıza yerleştirdiğimiz telleri nişan alıp onlara isabet ettirmeye çalışıyorduk. Bu atışlar ne kadar sürdü tam olarak hatırlamıyorum ama, sonunda gözüme kestirdiğim bir kuşa tel mermimi fırlattım. Hedef, tam isabet almıştı. Kuş anında boynunu bükmüş ve yere cansız yuvarlanmıştı. Remzi heyecanla, "Aferin sana! Nasıl da vurdun kuşu!" diye nara attı. Sözüm ona nişancılığıma övgüler yağdırıyordu. Bense o anda büyük bir pişmanlık girdabına kapılmıştım. Zaferime sevinememiştim. Nasıl olur da bir canlıyı vurmuş, öldürmüştüm. Bu ne acımasızlık, ne zalimlikti! Hayatına hangi hakla son vermiştim kuşcağızın. Onun da yakınları, ailesi vardı halbuki. Remzi heyecanla koştu, kanlar içindeki kuşu aldı geldi. Ben cinayetimden utanıyor, minik hayvana bakamıyordum bile. O ise az sonra hazırlayacağı büyük sofranın(!) ve konacağı lezzetli ziyafet(!)in heyecanı içindeydi. Evlerimizin bulunduğu sokağa döndük. Kuşu Remzi'ye bırakıp eve döndüm. Hayatımın ilk ve en büyük pişmanlığıydı o avcılığım. O gün bugündür bir karıncayı bilerek ezmemeye çalışıyorum. Hatta oltayla balık avlayanlara bile hayret ediyorum. Can çekişen ve çırpınan o balıkları görünce insanoğlu nasıl da sevinir diye de şaşırıp dururum yıllardır.
Çocukluk hâli yaşa mı bağlı, ileri yaşlarda çocuk olmak mümkün mü? Yani ilerleyen yaşlara rağmen çocuk olmanın tehlikesi var mı? Ya da sakınmalı mı bundan?
Çocukluk bir dönemdir tabii insan hayatında. Büyüdükçe o saf ve masum yıllardan uzaklaşır. Daha bencil, menfaatine düşkün ve farklı duygulara sahip olabilir. Ama bir yanımızın hep çocuk kalmasının bence zararı yok. Çünkü çocuk iyi bir eğitim almışsa, sağlam bir terbiye görmüşse yalan söylemez, başkasına hile yapmaz, aldatmaz, bencillik yapmaz, kurnaz olmaz, dedikodu yapmaz. Bütün bu kötü huylar, büyüyen insanoğlunda daha sıklıkla görülür. Demek ki çocuk; saflığın, temizliğin ve doğruluğun sembolüdür aslında. Keşke iç duygularımız her zaman çocuklarınki kadar tertemiz duru kalabilse. Dünya sanırım çok daha güzel, yeryüzü daha yaşanılır olurdu.
Çocukluğunuzda sizi en çok etkileyen kitap hangisi oldu? O günlerde yazı yazmak ya da yazarlar hakkında neler düşünürdünüz?
Ömer Seyfettin'in hikâyeleri, Kemalettin Tuğcu'nun kitapları beni çok etkilemişti o dönemler. Çoğunu da okudum. Özellikle Tuğcu'nun acıklı romanları beni sarıp sarmalardı. Bu yazarımız acıları, hüzünleri, yalnızlıkları, yoksullukları yazardı. Ama dirençli çocukları da anlatırdı. Yetim yavruları, kimsesiz çocukları, bazı kötü üvey anneleri, zalim babaları başarıyla tasvir ederdi. Bu kitaplardan önce mahallede okuduğumuz yabancı çizgi romanları çok severdim. Tommiks, Teksas, Tom Braks ve diğer çizgi romanlar... Geceli gündüzlü okurduk o kitapları. Yasak olmasına rağmen büyük bir iştah ve zevkle okurduk. Ders kitaplarının arasına saklar, fırsat buldukça göz gezdirirdik. Yasaklara ve yasakçılığa o zamandan beri karşıyım. Bırakalım insanlar istediğini seçsin, dilediğini okusun. Zamanla çocuklar da büyükler de doğruyu yanlışı ayırt etmeyi öğrenecek nasıl olsa.
Siz şimdiye kadar edebiyatçılarımızın çocukluğu üzerine çalıştınız. Şimdi de sizin çocukluğunuz üzerine bir söyleşiye cevap vermektesiniz. Nasıl bir duygu, neler hissediyorsunuz?
Doğrusu şaşırıyorum tabii. Ömrü boyunca sorular sormuş, röportaj yapmış bir kişi olarak bu tarz sorulara muhatap olmam beni hem şaşırtıyor, hem de duygulandırıyor. Ben yazarları ve şairleri hep gözümde büyütmüşümdür. Onlar her dönemimde, hayatımın bütün evrelerinde benim biricik kahramanlarım olmuştur. Bana da sorular sorulması, benimle de söyleşi yapılması hoşuma gitmiyor değil. Ama bu arada yaşlandığımı da hissediyorum, hissetmek ne kelime anlıyorum. Yine de yaptığınız çalışmaların hatırlanması, emeklerinizin göz ardı edilmemesi hoş bir duygu. Türkiye'de bugün ne yazık ki, bir çok yazarımız ve şairimiz köşesinde unutulvermiş. Onları hatırlayan yok. Ölen şair ve yazarları ise anan çok az. Haklarında düzenli olarak toplantı yapılmıyor. Hâlbuki her şehirde pek çok okul var. Öğretmenler, öğrencilerini ara sıra sanatçıların, yazarların evlerine götürebilirler. Özellikle yaşlı sanatçıların, şairlerin ve yazarların ziyaret edilmesi ne kadar anlamlı, ne kadar güzel. Umarım son yıllarda başlayan vefa hareketi yayılır. Hem sonsuzluğa gitmiş hem de yaşayan değerlerimize daha çok sahip çıkarız. Bu anlamlı davranışa ve sevgiye onlardan çok, toplum olarak bizim ihtiyacımız var.
Son bir soru: Büyüyünce ne olmak isterdiniz?
İlkokul 4'ten yani 8-9 yaşlarımdan itibaren okumayı çok sevdiğimi hatırlarım. Yazı yazmayı da. Belki de hayatımı kalemimle bugün kazanıyorsam, 25 civarında kitap yazdımsa, 50'ye yakın çocuk kitabı hazırladımsa, yüzlerce şiir, binlerce makale kaleme aldımsa, hâlen günlük bir gazeteye her hafta ve ona yakın dergiye her ay düzenli yazıyorsam, bu tâ çocukluk yıllarımdan gelen bir sevginin gücüyle olsa gerek. Bilmem, bu aşk, bu tutku başka türlü nasıl izah edilebilir? |