Anasayfa
Binbir Bulut Masalları
Bir Şiir Sana, Bir Şiir Bana
Deneme Bir Kii
Beyaz Mikrofon
Tavşanlı Makas
Kahkaha Ağacı
BB Kitaplığı
Beyaz Mikrofon

İbrahim Demirci: "Günümüz çocukları televizyon, okul, dersane üçgenine sıkıştırılmış durumda."

Söyleşi: Vural Kaya

DİĞER RESİMLER:

Çocukluğunuz nerede geçti? Çocukluğunuza dair neleri hatırlarsınız en çok?

Çocukluğum Konya'nın Çimenlik Mahallesi'nde geçti. Biz oraya "Çimenlik" değil de "Çayır" derdik. Şehrin başka semtlerinde oturan yakınlarımız, "Çayır'a gitmek"ten söz ederlerdi. Ağabeyim hâlâ orada oturuyor, şimdi biz de oraya gideceğimizde "Çayır'a gidiyoruz." Çimenlik ya da çayır, gerçekten çimenlik ya da çayırdı. Devlet arazisiydi, bir köşesinde haraya bağlı bir yapı vardı. İçinde atlar vardı. Bazen inekler ve boğalar da olmuştu sanırım. Komşumuz rahmetli Mustafa amca orada çalışırdı. Onun sayesinde o güzel ve ilginç hayvanlara baktığımızı, onların adlarının ve özelliklerinin yazılı olduğu kimlik kartlarını gördüğümü hatırlıyorum. Çayırda at yarışı, atletizm müsabakası ve daha sonra cirit oyunları yapıldığını hatırlıyorum. Ama benim için daha zevkli olanı, baharda o sulak çayıra gelen leyleklerdi. Ve mor sümbüllerdi. Ve oradan yemek için dedesakalı başta olmak üzere güneyik, acımarul, yemlik gibi otlar toplardık. Arkadaşlarla orada top oynadığımız da olurdu. Çayıra kolayca aşabildiğimiz tel örgülerden atlayarak girerdik. Sanırım, oraya girmek, orada oynamak yasaktı. "Bekçi geliyor!" uyarısını alınca saklanmamız veya kaçmamız gerekirdi.

Çocukluğumdan kalma en eski anılarımdan biri, rüyamda küçük kara bir köpeğin saldırısına uğrayışım, ağlayarak uyanışım, evde kimseyi bulamayıp korkuşumdur. Bahçede iş gören annemin gelişini, beni avutuşunu unutamam.

Bir de rahmetli babamla sabah namazına gidişimiz, üç beş kişilik cemaatle sabah serininde eve dönerken doğu ufkunda güneşin doğuşuna bakmak hârika bir şeydi.

Gaz lâmbasının ışığında Kur'an okuyan babam, hayattaki tulumbadan su çekmek, suda soğutulan karpuz, ahırdaki inekler ve onların buzağıları, samanlığa saman atmak, bağdan üzüm toplamak, havuzda şıra çıkarmak, pekmez kaynatmak, kaynamış pekmezi savurmak, dut yaprağıyla o pekmezin köpüğünden yemek; annemin, ablalarımın, yengelerimin şebit (yufka) ve börek yapışları veya yayık yaymaları; komşularımıza pekmez veya ayran götürmek, tavukları yemlemek, kedilerle oynamak, avar sulamak, yonca biçmek, evin önündeki dutu silkmek; bahçeden erik, kayısı, elma, armut, domates yemek, ineklere yonca biçmek...

Şimdi düşününce çok zengin, çok renkli bir çocukluğum olmuş, diyorum.


Hayatınıza yön veren, kendisinden etkilendiğiniz bir büyüğünüz oldu mu? Mesela dedeniz ya da büyükanneniz sizin için ne ifade ediyordu? Onlarla iletişiminiz nasıldı? Onların bugün sizin yazmanızda etkisi ne?

Kişiliğin oluşumunda aile denen yakın çevrenin etkisi elbette çok önemli ve belirleyicidir. Babamdan, annemden, ağabeylerimden, yengelerimden, ablalarımdan, "nene" dediğim babaannemden, komşumuz Nuri Dayı'dan ve ailesinden, mahalle mescidinde bize ilk ilmihal bilgilerini, namaz dualarını ve surelerini öğreten rahmetli "Armısınlı Mıstaafendi"den, onun oğlu "Hâfız Abi"den çok şey öğrenmişimdir. Babamın babasını görmedim. Ama annemin babası Hasan Dede'mden ve onun hanımı Fatış Nene'mden söz edebilirim. Seferberlik'te esirlik dahil, bir yığın macera yaşamış olan kara sakallı dedem, mazlumluk ve alçakgönüllülük timsaliydi. Ondan "İngiliz'i Yunan'a tercih etmek" gibi bir bilgi kalmış bende. (Bu bilgi, devlet tecrübesi olan toplumla olmayan toplum arasındaki farkı gösterir.) Dedemin bahçesinde birkaç kara kovan vardı; arıları sever, bal üretirdi. Onu kovandan bal çıkarırken gördüğümü hatırlıyorum. Ninem, dirayetli bir kadındı. Kahve içmeyi severdi. Kendisi, hattâ bazen dedem, kahve değirmeninde kahve çeker, küçük ispirto ocağında pişirirlerdi.

Büyüklerimle iletişimimde herhangi bir sorun yaşamadım. Genellikle açık, içten ve dürüst ilişkiler içinde olmuşuzdur; bu da sağlıklı bir iletişim demektir.


Oyunlarınız ve oyuncaklarınız var mıydı? Bu oyuncaklar içerisinde sizin hiç unutamadığınız, bir hikâyesi olan oyuncağınız var mı? Bu hikâyeyi bizimle paylaşır mısınız?

Pek çok oyunumuz, pek çok oyuncağımız vardı. Topluca oynadığımız körebe, saklambaç, ebelemece, yedi kiremit, yakan top, birdirbir, uzun eşek, çelik çomak; daha az kişiyle oynadığımız fotak, bilye, çekirdek oyunu (bu son ikisinde "ütme" söz konusu olduğundan babamın kızdığını hatırlıyorum), zıh, fırça (topaç) çevirmek, beş taş, cark curk, dokuz taş... Ağaçtan ya da tellerden arabalar yapmak, onları sürmek de vardı. Bir de bilyalı tekerleklerden araba yapar, yarışa çıkardık. Şeytan uçurtmalarını, kâğıttan yapılmış kuşları da unutmayalım.

Ama benim için ayrıcalığı olan oyunun, ok yapmak ve o oklarla duvara çizdiğimiz hedefleri vurmak veya oku daha yükseğe fırlatmak olduğunu söyleyebilirim. Okları çelenlerden çektiğimiz kamışların ucuna tenekeden kesip biçimlendirdiğimiz sivri uçları takarak yapardık. Tenekeyi üçgen biçiminde kesmek, sonra onu çekiçle eğerek koni biçimi vermek, çok zevkli bir işti. O okları ağaç dallarından yapılmış yayla atardık ama bizim daha "modern" bir ok atma aracımız vardı. Dokumacılık eden ağabeylerimin atölyesinden aldığımız bobinlerin bir ucuna sapan lastiği bağlardık. Bobinin boşluğundan geçirdiğimiz okun ucunu o lastiğe yerleştirdikten sonra lastiği gerip bırakınca, bir namluyu andıran bobinin içinden fırlayan ok, çok hızlı ve çok uzağa gidebilirdi.

Bir de ayçiçeği sapından tüfek yapmıştım. Kendim mi yapmıştım, büyüklerimden biri mi öğretmişti, hatırlamıyorum ama ilginç ve güzel bir silâh olduğunu söyleyebilirim.


Dünün çocukları yani sizin akranlarınız ile bugünün çocuklarını, yaşam şekillerindeki farklılıklar, sevinçleri üzülmeleri?.. Yani bu konuda bir kıyas yapmak mümkün mü? Ne dersiniz?

Dünün çocukları daha geniş oyun alanlarına ve imkânlarına sahipti. Günümüzün çocuğu nerede, nasıl çelik çomak oynayabilir? Günümüz çocukları televizyon, okul, dersane üçgenine sıkıştırılmış durumda. Dar alanlarda futbol ya da basketbol oynama fırsatı bulanlar şanslı sayılır. Atari, game-boy, bilgisayar oyunları gibi şeyler, özellikle el, ayak becerisi gerektirmeyen nitelikleriyle bedensel gelişime izin vermeyen etkinlikler.

Bir de, büyük ailenin parçalanması, ailenin anne, baba, çocuk üçlüsünden oluşan "çekirdek aile"ye dönüşmesi, bugünün çocuklarını çok şeyden yoksun bırakıyor. Çocuklar, dedelerini ninelerini ancak bayramdan bayrama görürlerse görüyorlar. Dolayısıyla onların gözetim, denetim, eğitim, deneyim, davranış zenginliklerinden yeterince yararlanamıyorlar. Onların yerini, bakıcılar, kreş görevlileri, anasınıfı öğretmenleri ne kadar ve nasıl dolduruyor, bilmiyorum.


O döneme ait sevinçleriniz, üzüntüleriniz nelerdir? Sizi çok mutlu eden ya da çok üzüldüğünüz anılarınız var mı?

Elbette. Beni çok sevindiren anılarımdan ikisini anlatabilirim: Bir gece yatmışız. Işıklar sönmüş. Birden babamın gündüz verdiği sözü hatırlıyorum: "Akşam seni ağabeyingile götüreyim!" Belli ki bu sözü o da, ben de unutmuşuz. Fakat ben işte şimdi hatırladım ve o sözün yerine getirilmesini istiyorum. Yatağında yatmakta olan babama gündüz verdiği sözü hatırlatıyorum. Annem benim bu isteğime elbette kızıyor, vakit geç oldu, yarın gidersiniz falan diyor. Fakat babam, yatağından kalkıp giyiniyor ve beni ağabeyimgile götürüyor. Gece vakti yürüyerek bahçeyi, bağı, -yaklaşık altı yüz metre olmalı- geçip oraya varıyoruz. Misafir odasının ışıkları yanıyor. Sanırım, İstanbul'dan gelmiş misafirler var. Babamı görmekten mutlu oluyorlar. Babamın bu davranışını her anışımda büyük bir hayranlık ve saygı duyarım.

Başka bir gece. Herkes uyumuş. Ben bir kitap okuyorum. Büyük ağabeyim dışarıdan geliyor. Elimdeki kitaba bakıyor: "Eleanor H. Porter / Pollyanna" Bu ecnebî isimler canını sıkmış, hattâ kızdırmış gibi. Fakat kızgınlığını bastırıyor: "Bu kitap ne anlatıyor?" diye soruyor. Söylüyorum: "İnsan, başına kötü bir şey geldiği zaman isyan etmemeli, daha kötü durumları düşünerek şükretmeli!" Birden kızgınlığı geçiyor. "Öyle mi? Ne güzel! Oku öyleyse!" Ferahlıyor ve mutluluk duyuyorum bu durumdan.

Üzüldüğüm, şimdi hatırladıkça utandığım olaylar ve durumlar da var elbette. Kimi arkadaşların aklına uyup işlediğimiz yaramazlıklar gibi. Fakat onları anlatmasam, daha iyi.


Çocukluk hâli yaşa mı bağlı, ileri yaşlarda çocuk olmak mümkün mü? Yani ilerleyen yaşlara rağmen çocuk olmanın tehlikesi var mı? Ya da sakınmalı mı bundan?

Çocukluk, öncelikle ömrün belli bir dönemidir ve elbette yaşa bağlıdır ama "büyüyüp de çocuk kalmak" da vardır, zaman zaman "çocuklaşmak" da. Bunlar, duruma göre sevimli ve güzel olur, duruma göre tehlikeli... Çocukla çocuk, büyükle büyük olmak, olabilmek, bence güzel bir şey. Ancak, çocukluğun bütünüyle saflık, temizlik, güzellik, hesapsızlık, mutlak iyilik olduğu söylenebilir mi? Bilemiyorum.


Çocukluğunuzda sizi en çok etkileyen kitap hangisi oldu? O günlerde yazmak ya da yazarlar hakkında neler düşünürdünüz?

Biraz önce Pollyanna'dan söz etmiştim. Eflatun Cem Güney'in Gökten Üç Elma Düştü adlı masal kitabını, Menâkıb-ı Ciharyâr-i Güzîn'i, Dinî Hikâyeler'i (Yazarı Cemal Erten miydi?), Oğuz Özdeş'in, Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun romanlarını, Bediüzzaman Said Nursî'nin kitaplarını okudum. Ama çocukluk dönemimde okuduğum ve beni çok etkilediğini söyleyebileceğim bir kitap hatırlamıyorum. O yıllarda yazmak ve yazarlar hakkında bir şey düşünüp düşünmediğimi de hatırlayamıyorum. Ama sanırım, çocukluktan çıkarken okuduğum Necip Fazıl Kısakürek'in hapishane hatıralarını içeren Yılanlı Kuyudan adlı eseri (Cinnet Müstatili) beni epeyce etkiledi. O kitabın sonlarında yer alan Zindandan Mehmed'e Mektup şiirini ezberlemiştim.


Son bir soru: Büyüyünce ne olmak isterdiniz?

Bu sorunun cevabı bende yok. Ya hiç olmadı, ya unuttum. Gerçekten bilmiyorum. Sanırım, bende yeterince canlı bir hayâl gücü yok. Belki de hep "dem bu demdir" demeyi tercih etmişimdir.

<- Geri Git

Bu Bölümde Başka Neler Var?
Sen de Katıl Bize
Henüz yorum yapılmamış.
Üye Girişi
Kullanıcı Adın:
Şifren:
[ Ücretsiz Üye Olayım | Şifrem Neydi? ]
İyilikler Antlaşması
Merakettin Amca, biz neden yaşıyoruz?
Serin Selamlar
Meraklı Ce, Sultan Fatih'le Tanışıyor
Kocaman Ayaklı Çocuk: Menta
BeyazBulut Çocuk Ülkesi | © 2005-2024