Zamana yolculuk yapmayı kafasına koyan Meraklı Ce, mahallenin bakkalından istediği büyük karton kutuyu kendi boyuna göre kesip biçti, koli bandıyla da yapıştırdı. Matematik defterinin ortasından kopardığı genişçe bir sayfaya çizdiği maket resmine göre bir saate ihtiyacı vardı. Evdeki duvar saatini alıp kutunun üstüne bantladı. Kutunun sağına soluna fosforlu kalemlerle düğmeler çizdi. Geri dönmek için bunlara ihtiyacı olacaktı.
Birden aklına bir şey daha geldi. Koşarak babasının çalışma odasına gitti. Babasının tamir için ayırdığı bozuk masa lambasını alıp kendi odasına koştu. Lambayı kutunun üzerinden sarkıtıp fişini taktı. Lamba yanıp yanıp sönüyor, zaman makinesine gizemli bir hava katıyordu.
Meraklı Ce, yanına bir harita, biraz peynir, ekmek, domates, bir de sosyal bilgiler kitabından kopardığı beyaz atlı bir padişah resmini de alıp zaman makinesine bindi. Akrebine ip bağladığı saati sürekli geriye doğru sarmaya başladı ve "peynir ekmek domates, uçarı muçarı yokates" diyerek gözlerini yumdu.
Ce gözlerini açtığında kendini büyük bir kalabalığın içinde buldu. Değişik giyimli insanlar birini görmek için itişip kakışıyordu. Önce ne yapacağını düşündü sonra horozdan şekerlerini yalayarak koşuşan çocukların peşine takıldı. Kalabalıkta onları kaybetti.
İrice bir adam, Ce'ye çarpıp itekledi ve "Çekilsene çocuğum, Sultan'ı göreceğim" diyerek öne geçti. Ce sarsıldı, cebindeki topacı yere düştü. Topaç döndü döndü, Ce onu kovaladı. Topaç, adamın görmeye çalıştığı Sultan'ın atının ayaklarına çarptı. At birden ürktü ve uzun uzun kişnedi. Neredeyse Sultan'ı düşürecekti. Allahtan Sultan, iyi bir at binicisiydi. Ce atın ayaklarına atladığı gibi topacını aldı ve sıvıştığını zannetti. İki büyük el, iki kulağından kavrayıp onu Sultan'ın karşısına çıkarana kadar...
Birden gözlerine inanamadı. Bir elindeki resme, bir de atın üstündeki Sultan'a baktı. "Demek o sensin" dedi. "Benim de bir atım olsun istiyorum. Ama onu neyle besleyeceğime bir türlü karar veremiyorum."
Sultan yarı gülümser vaziyette, hafif kaşları çatık, Ce'yi şöyle bir süzdü. Atından atlayıp Ce'nin yanına geldiğinde herkes korktu. Ama Ce hiç korkmadı. Çünkü sultanların neler yapabileceği hakkında henüz bir fikri yoktu. "Demek sensin benim korkusuz atımı korkutan cengaver. Topacın da en az senin kadar kıvrakmış." diyerek Meraklı Ce'nin elindeki topacı gösterdi.
- Mahallenin en iyi topacıdır.
- Şunu bir de ben denesem.
- O iş o kadar kolay değil.
- Gemileri yürüttüm, toplarla kocaman kaleleri dövdüm. Küçücük bir topacı mı çeviremeyeceğim?
Sultan böyle diyerek topacı sıkıca sarıp yere bıraktı. Topaç bir iki dönüp yan yatınca bir daha, bir daha denedi. Sultan topacı döndüremedi gitti. Sonunda pes ettiğini anlatan bir el hareketiyle topacı sahibine uzattı ve:
- Yok arkadaş, topaç çevirmek senin, şehirler fethedip imar etmek benim işim olsun.
Bunu söylerken Ce'nin yanağından bir makas almıştı. Sultan, atına rüzgar gibi atlayıp kalabalığın arasında kayboldu. Ce, Sultan'ın arkasından hayran hayran bakarken acıktığını fark etti. Hemen topacını cebine atıp beslenme çantasındaki peynir, ekmek, domatese yumuldu. Gelmişken biraz İstanbul'u dolaştı. Balık ekmek yedi. Martılara simit attı. Sultan'ın bu şehri İstanbul yapması için daha çok işi vardı.
Artık gitme vakti gelmişti. Kolundaki saati ileri doğru çevirerek üç kere "peynir ekmek domates, uçarı muçarı yokates" dedi. Kendini evde buldu. Annesi yüksek sesle duvar saatini, babası da kaybolan masa lambasını arıyordu. Doğrusu bu kadar emeğe değmişti. Sultan, Ce'nin gönlünü fethetmişti. |