Göz aldatmacası esasına dayalı resimlerden birine rast geldiniz mi hiç? İlk bakışta gördüğünüz manzara, birkaç saniye sonra değişiverir. İki ayrı resim iç içe geçmiş, aynı karede birleşmiştir adeta. Bu tür esprili resimlerin psikolojik açıdan en önemli özelliği, aynı anda aynı kareye bakan iki ayrı insanın, ayrı resimleri görebileceği gerçeğidir. Bu durum, hayata dair çok önemli bir gerçeği ortaya çıkarmaktadır: İnsanlar "algı" dünyasında yaşarlar ve olayları, algıladıkları şekilde anlamlandırırlar. Yani algı dünyaları faklı olan bireyler aynı olayı ayrı şekilde algılarlar. Bu durum, anne-baba ve çocuk ilişkilerinde daha çok önem kazanmaktadır. Çocuğunun algı dünyasını keşfetmiş bir ebeveyn, muhakkak ki onunla daha sıkı ilişki kuracak; sağlıklı bir iletişim içine girecektir.
Yolda yürürken yanımızdan geçip giden bir kişiyle ile iletişim kurduğumuzu hiç düşünmeyiz. Ancak insan ilişkilerinde unutulmaması gereken bir husus vardır: İki insan birbirini fark ettiği anda iletişim başlar. Çünkü iletişim, tarafların birbirlerine gönderdikleri gizli mesajlar üzerine kuruludur. Yanımızdan geçen kişiye gönderdiğimiz muhtemel mesaj şu şekildedir: "Ben sizi tanımıyorum. Bu sebeple de size selam verme ihtiyacı hissetmiyorum." Dolayısıyla, bizim için o insanın varlığı ile yokluğu birbirine eşittir. Aynı durum onun için de geçerlidir. Kurduğumuz iletişim ve gönderdiğimiz gizli mesajlarla biz, karşımızdaki insanı "var" veya "yok" edebilme yeteneğine sahibiz.
Anne-baba ile çocuk arasında olumlu mesajlarla desteklenmiş sağlıklı bir iletişim kurulabilmesi için ebeveynin ilk dikkat etmesi gereken nokta, çocuğunun farklı bir algı dünyasında yaşamakta olduğudur. Hemen hepimizin yakın çevresinde bulunan ergenlik dönemi gençleri ile aileleri arasındaki ilişkide bunun örnekleri sıkça görülür. Mesela; ergenlik dönemindeki bir genç için yüzündeki bir sivilce, küresel ısınmadan veya ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizden çok daha önemlidir. Anne-baba, bunu anlamakta zorlanır ve "evladım küçük bir noktayı neden bu kadar dert ediyorsun, onunla uğraşacağına ders çalışsana" gibi bir yaklaşıma girerse az sonra kopacak büyük fırtınanın tohumlarını atmış olur. Gencin "ders çalışmayacağım işte, zaten kimse beni anlamıyor" şeklinde verdiği aşırı tepki, belki kapıyı vurup çıkmakla sonlanacak; aile de arkasından üzülecektir. Oysa anne-baba ile delikanlılık dönemindeki gencin sivilceye bakış açıları farklıdır. Ebeveyn için küçük bir yara olmaktan öteye gitmeyen sivilce, ergen tarafından 'toplum içinde kabulünü engelleyen bir tehdit unsuru' olarak algılanabilir. Bu noktada ebeveyne düşen görev, kendilerine emanet edildiği günden itibaren çocuğu ile yakın ve sıcak ilişkiler kurarak onun iç dünyasını tanımak; algı dünyasındaki yansımaları bilerek maddi ihtiyaçlarını olduğu kadar manevi ihtiyaçlarını da karşılamaktır. Bunun bilincinde olan anne-babanın, arkadaş çevresi başta olmak üzere toplumda "ben de varım" deme ihtiyacı içinde olan çocuklarına yaklaşımı, "sen bizim için değerlisin; seni olduğun gibi kabul ediyor ve seni seviyoruz" mesajlarını vermek şeklinde olur. Bu mesajların, çoğu zaman sözlü olarak değil davranışlarda gizli olarak verildiği de unutulmamalıdır. Örneğin; okuldan henüz gelmiş olan çocuğuna ilk olarak derslerinin olup olmadığını sormak yerine gününün nasıl geçtiğini soran bir anne/baba, ona şu mesajı göndermiştir: "Seni önemsiyorum; derslerin senin mutluğundan sonra gelir." Bu mesajı almış bir çocuk kendini değerli hissedeceği için ergenlik döneminde aile ve topluma tutunması kolaylaşacaktır.
Değerli anne ve babalar;
Çocuklarımız, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenene kadar bize emanettirler ve onların güçlü bir kişilik geliştirerek bizler gibi birer yetişkin olabilmeleri için uygun ortamı hazırlamak bizim sorumluğunuzdadır. Onlar bize ait değildir; sadece yetişmeleri için elimizden gelen yardımı yapmamız gereken kutsal emanetlerdir. Onların bizden tek farkı, bizden birkaç yıl sonra, bizim aracılığımızla bu dünyaya gelmiş olmalarıdır. Evlerimizi neşelendirdikleri günden itibaren onlar bizden farklı birer bireydir ve birey olarak sevgi ve saygıyı hak etmektedirler. Ancak iletişimin yönünü belirlemek ve sınırlarını çizmek ilk etapta anne-babaya düşmektedir.
Yuvalarınızın huzurla dolması dileklerimle...
Not: Yazıda Doğan Cüceloğlu'nun eserlerinden faydalanılmıştır. Ayrıntılı bilgi elde etmek isteyenler o eserlere başvurabilir. |